Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Anayasa’da geçen yıl yapılan ve bazı hükümleri hemen yürürlüğe giren değişiklik sonucunda yeniden AKP Genel Başkanlığına seçildikten sonra yaptığı bazı konuşmalarda başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere muhalefet partilerine karşı sert polemiklere girmektedir. AKP Genel Başkanı kimliğinin ön plâna çıktığı bu konuşmalar, yalnız güncel konularla sınırlı kalmamakta, zaman zaman geçmişle hesaplaşmaya dönüşmekte, CHP veya DSP Genel Başkanı, Başbakan, Cumhurbaşkanı sıfatlarıyla görev yapmış, ülkeye büyük hizmetler yapmış, bugün hayatta olmayan insanlar hakkında tarihî gerçeklere ters düşen asılsız birtakım iddiaları da içermektedir.
Son zamanlarda bunlara Cumhurbaşkanının AKP Genel Başkanı olarak kendi partisinin üyeleri hakkında da “metal yorgunluğu” eleştirisiyle başlayan, Partide ve Hükümette görev değişiklikleriyle gelişen, yerel yönetimlerde AKP’li büyükşehir belediye veya belediye başkanlarının Anayasa’ya aykırı olarak istifaya zorlanmalarıyla devam eden uygulamalar eklenmiştir.
Demokratik rejim bakımından ciddî bir sorun hâline gelen bu gelişmelerden bazıları hakkında DSP Genel Başkan Yardımcısı sıfatıyla tarafımızdan basın açıklamaları yapılmıştır. Bu makale de, bir bölümü basında sınırlı ölçüde yer alan söz konusu açıklamaları, gerçekleri ve doğruları dile getirmek üzere derli toplu olarak bir araya getirmek amacıyla yazılmıştır. Her birinin yapılma nedeni ilgili bölümün başında belirtilen bu açıklamalar, kronolojik sırayla şöyledir:
- Ecevit Ne Söylemişti ?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 6 Temmuz 2017 günü G-20 Zirvesine katılmak için gittiği Hamburg yolunda uçakta gazetecilerin “CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşünü nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna verdiği cevapta, “bunların siyasî geleneğinde adalet olmadığını” söyledikten sonra şunu eklemiştir:
“Meselâ merhum Ecevit başbakanlığı döneminde Merve Kavakçı’yı sadece başörtüsünden dolayı Meclisten attırdı. ‘Atın bu kadını’ dedi”(1).
Bu konuda TBMM 21. yasama döneminin 2 Mayıs 1999 günü yapılan 1. birleşiminde andiçmiş bir Trabzon Milletvekili, hâlen DSP Genel Başkan Yardımcısı olarak yaptığımız açıklama(2):
“Öyle anlaşılıyor ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu cevabı AKP Genel Başkanı sıfatıyla vermiş. Fakat cevaptaki iddia doğru değil. Çünkü Ecevit’in böyle bir talimatı, böyle bir sözü yok. 18 Nisan 1999 milletvekili genel seçiminden sonra TBMM 21. yasama döneminin 2 Mayıs 1999 günü yapılan 1. birleşimi, –her milletvekili genel seçiminden sonra olduğu gibi– andiçme töreni niteliğindeydi. FP İstanbul Milletvekili Merve Safa Kavakçı’nın türbanlı olarak Genel Kurul salonuna girmesi ve bu giysi ile andiçmek istemesi üzerine Başbakan Bülent Ecevit, –FP sıralarından gürültüler, DSP sıralarından ‘Bravo’ sesleri ve alkışlar arasında– şu konuşmayı yaptı:
‘Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de, hanımların giyim kuşamına, başörtüsüne özel yaşamlarında hiç kimse karışmıyor; ancak burası, hiç kimsenin özel yaşam mekânı değildir; burası devletin en yüksek kurumudur. Burada görev yapanlar, devletin kurallarına, geleneklerine uymak zorundadırlar.
Burası, devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen, bu hanıma haddini bildiriniz.’(3).
Başbakan Ecevit’in konuşması bundan ibarettir. Daha sonra Kavakçı’nın milletvekili seçilme yeterliğini kaybetmesi, kendisinin Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinden izin almaksızın ABD vatandaşı olması nedeniyle 11.2.1964 tarih ve 403 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun 25. maddesinin (a) bendi uyarınca 13.5.1999 tarih ve 99/12827 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla Türk vatandaşlığını kaybettirilmesinin sonucuydu(4). Anılan 25. maddenin (a) bendi, ‘İzin almaksızın kendi istekleri ile yabancı bir devlet vatandaşlığını kazananlar’ hakkında Bakanlar Kurulunca Türk vatandaşlığını kaybettirme kararı verilebileceğini öngörmekteydi. Günümüzde yürürlükte olan 29.5.2009 tarih ve 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu ise, konu ile ilgili 29. maddesinde artık bu nedenle ‘Türk vatandaşlığını kaybettirme’ yaptırımına yer vermemektedir.”
2. Ecevit’in Duruşu
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 12 Ekim 2017 günü yaptığı bir konuşmada eski Başbakan Bülent Ecevit’in Ocak 2002’deki ABD ziyareti sırasında Başkan Bill Clinton’la Beyaz Saray’daki görüşmesi sırasında çekilmiş fotoğrafta “el pençe divan durduğunu”, “bu dönemin geride kaldığını” söylemesi(5) üzerine o dönemde Adalet Bakanı, bugün DSP Genel Başkan Yardımcısı olarak yaptığımız açıklama(6):
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKP Genel Başkanı kimliğiyle yaptığı anlaşılan son konuşmalarında 11 yıl önce kaybettiğimiz büyük devlet adamı Başbakan Bülent Ecevit hakkında ortaya attığı asılsız iddia, geçmişe kara çalarak güncel politika yapmanın çarpıcı bir örneğidir. Başbakan Ecevit ile Başkan Clinton arasında samimî bir sohbeti belgeleyen söz konusu fotoğrafta Ecevit ayakta, iki elinin parmakları kavuşmuş olarak konuşuyor; Clinton bir kanepenin arkalığına ilişmiş, yarı ayakta ve aynı biçimde iki elinin parmakları kavuşmuş olarak dinliyor. Bu fotoğrafın neresinde ‘el pençe divan duruşu’ vardır?
Aslında Bülent Ecevit’i Başbakan olarak ülkemize yaptığı unutulmaz hizmetler ve uyguladığı bağımsız dış politika ile anmak gerekir. Hizmetleri arasında Temmuz ve Ağustos 1974 aylarında iki aşamada gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekâtının özel bir yeri vardır. Kıbrıs’ta Enosis (Yunanistan’la birleşme) amaçlı hükümet darbesi üzerine Başbakan Ecevit’in başkanlığındaki CHP-MSP Koalisyon Hükümeti, 1959’da Zürih’te Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında imzalanmış olan ve altında dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in de imzası bulunan Garanti Antlaşması’nın verdiği yetkiyi kullanarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlık ve bütünlüğünü korumak üzere müdahale etmiştir. Daha sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulması da, Ecevit Hükümetinin gerçekleştirdiği Barış Harekâtını izleyen gelişmelerin sonucudur.
Bir karşılaştırma yapmak için bugüne bakalım. Hâlen Ege sahillerimizde 1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nın 12 ve 16. maddeleri ve 1933’te Anadolu sahilleri ile Meis adası arasındaki ada ve adacıkların ve Bodrum körfezi karşısındaki adanın aidiyeti hakkında İtalyan Hükümeti ile Ankara’da imzalanan İtilâfname ile Türkiye’nin egemenliği altında kalacakları tescil edilmiş olan 18 ada, bugün Yunanistan’ın işgali altına girmiş durumdadır. 15 yıldan beri iktidarda bulunan AKP Hükümetleri, Erdoğan Hükümetleri dahil, bu gelişmeye seyirci kalmışlardır. Oysa Aralık 1995-Ocak 1996 aylarında Ege denizinde küçük bir kayalık ada olan Kardak dolayısıyla ortaya çıkan krizde Başbakan Prof. Dr. Tansu Çiller’in başkanlığındaki DYP-CHP Koalisyon Hükümetinin kararlı tutumu sonucunda SAT komandoları adaya çıkmış ve Türk Bayrağını dikmişlerdi.
Son olarak bir fotoğraf karşılaştırması yapalım. Afganistan’da Sovyetler Birliği işgaline karşı direnen İslâmî gruplardan biri olan Hizb-i İslâmî lideri Gulbeddin Hikmetyar, 1985 yılında bir kahraman olarak Türkiye’ye davet edilmişti. 29 Kasım 1985 günü İstanbul’da çekilen bir fotoğrafta ortada Hikmetyar bir koltukta oturmuş, sağ yanında Tunus İslâmcı Nahda Hareketi lideri Raşid Gannuşi, sol yanında Refah Partisi İstanbul İl Başkanı Recep Tayyip Erdoğan yere diz çökmüş olarak görülüyor. Ecevit – Clinton fotoğrafıyla karşılaştırıldığında son derece ilginç bir görüntü!”.
3. Cumhurbaşkanı Meclis’e Emir Veremez
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın müftülere nikâh kıyma yetkisi veren ve muhalefet tarafından eleştirilen Kanun Tasarısı hakkında “İsteseniz de istemeseniz de bu, Meclis’ten geçecek.” cümlesini de içeren, 13 Ekim 2017 günü yaptığı konuşma(7) üzerine eski Adalet Bakanı, bugün DSP Genel Başkan Yardımcısı olarak yaptığımız açıklama(8):
“Nüfus Hizmetleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile il ve ilçe müftülüklerine de evlendirme memurluğu görev ve yetkisinin verilmesi, buna uygun bir teşkilâtı bulunmayan müftülükler için dinî hizmetlerle ilgili asıl görevleri yanında bu görevlerini aksatabilecek fazladan bir yük, üstelik Anayasa’nın 174. maddesinde güvenceye bağlanmış bir devrim kanunu olarak medenî nikâh ilkesine, dolayısıyla lâiklik ilkesine aykırı bir düzenleme olacaktır. Türk Medenî Kanunu’nun 143. maddesinde evlenme töreninden sonra evlendirme memuru tarafından eşlere verilecek aile cüzdanı gösterilmek suretiyle evlenmenin dinî töreninin yapılması zaten düzenlenmiş bulunmaktadır. O nedenle bu Kanun Tasarısı, tamamıyla din istismarına yönelik, gereksiz bir yasa değişikliği niteliğindedir(9).
Cumhurbaşkanının ‘İsteseniz de istemeseniz de bu, Meclis’ten geçecek.’ sözü ise, açıkça Meclis’e talimat niteliğindedir. Anayasa’nın 7. maddesine göre ‘Yasama yetkisi Türk milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.’. O nedenle hiç kimse, bu yetkinin nasıl kullanılacağı hakkında yasama organına emir ve talimat veremez. Cumhurbaşkanı da, gündemdeki yasa tasarısı hakkında milletvekillerine nasıl oy kullanacakları hakkında emir ve talimat veremez. Meclis, emir ve talimatla çalışacak bir organ değildir. Cumhurbaşkanının, 2019 yılında yürürlüğe girecek olan ve tüm Devlet erklerini tek elde toplayan Cumhurbaşkanlığı sisteminin provası niteliğindeki bu çıkışı, henüz yürürlükteki kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı, açık bir Anayasa ihlâlî niteliğindedir.”
Böyle olduğu hâlde müftülere nikâh kıyma yetkisi veren Kanun Tasarısı, 18 Ekim 2017 günü AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla Meclis’ten geçti.
4. Tehditle İstifaya Zorlamak Anayasa’ya Aykırı
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 18 Ekım 2017 günü Polonya dönüşü yaptığı konuşmada İstanbul ve Düzce’den sonra istifaları istenen Ankara, Bursa ve Balıkesir belediye başkanlarının görevden ayrılmamaları durumunda “neticesinin ağır olacağını” söylemesi(10) ile ilgili olarak, DSP Genel Başkan Yardımcısı ve eski Adalet Bakanı olarak yaptığımız açıklama(11):
“İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’la başlayan AKP’li belediye başkanlarının istifaları, giderek genişleyen bir olaya dönüştü. 30 Mart 2014 yerel genel seçimlerinde bu görevlere seçilen insanların aslında kendiliklerinden istifa etmedikleri, onları aday gösteren AKP yönetimince istifa ettirildikleri kısa zamanda ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sıradaki belediye başkanlarının istifa etmemeleri durumunda ‘neticesinin ağır olacağını’ söylemesi, açık bir tehdittir. Önceki istifalarda da bu tehdidin etkili olduğu anlaşılıyor. İstifaların 31 Mart 2019 günü yapılacak yerel genel seçimler ile 3 Kasım 2019 günü birlikte yapılacak Cumhurbaşkanı ve milletvekili genel seçimleri öncesinde bir erken vitrin yenileme veya temizleme olarak mı, yoksa başka nedenlerle mi yaptırıldığı bilinmiyor.
Anayasa’mızın 127. maddesine göre yerel yönetimler seçimleri beş yılda bir yapılır. Yerel yönetimlerin seçilmiş organlarının bu sıfatlarını kaybetmeleri yargı kararıyla olur. Fakat görevleri ile ilgili bir suç nedeniyle hakkında soruşturma veya kovuşturma açılan yerel yönetim organlarını veya üyelerini İçişleri Bakanı, geçici bir tedbir olarak, kesin hükme kadar uzaklaştırabilir.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın istifa etmemekte direnen belediye başkanları için yaptığı ‘neticesinin ağır olacağı’ tehdidi, böyle bir soruşturma veya kovuşturma nedeniyle uzaklaştırma ve/veya bir disiplin cezası olarak Partiden çıkarılma ile ilgili olabilir.
Her durumda istifalar, beş yıllık görev süresinin dolmasına daha bir buçuk yıl varken gerçekleşmektedir. Eğer ortada görevden uzaklaştırmayı gerektiren bir suç varsa ilgili belediye başkanları hakkında soruşturma açılması için gerekli işlemin yapılmaması ihmal; böyle bir durum yoksa tehditle istifaya zorlanmaları ise, açıkça Anayasa’nın 127. maddesine aykırıdır. Sonuç olarak yerinden yönetim ilkesi çiğnen-mekte, halkın verdiği oylar yok sayılmaktadır. Bu, demokratik rejimin temelini oluşturan yerel demokrasi için ağır bir darbedir.”
5. Türkçülük Tartışması
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Kürt’üm demek en tabiî hakkınız ama Kürtçülük yapmak değil. Türküm demek en tabiî hakkındır ama Türkçülük yapmak hakkın değildir.” sözleri(12) ile ilgili olarak DSP Genel Başkan Yardımcısı olarak yaptığımız değerlendirme(13):
“Sayın Cumhurbaşkanının Türkçülüğü ırkçılık olarak değerlendirdiği anlaşılı-yor. Türkçülük, Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında Osmanlıcılık ve İslâmcılık akımları karşısında bütün Türklerin tek vatanda tek bayrak altında toplanmasını amaçlayan bir akım olarak ortaya çıkmıştır. Bu akım, tek vatanda, tek devlet içinde, tek bayrak altında, tek millet olarak yaşayacak insanlar arasında etnik bakımdan bir ayrım gözetmez. Kürt kökenli Ziya Gökalp, ‘Türkçülüğün Esasları’ kitabında ‘Türkçülük, Türk ulusunu yükseltmek demektir.’ tanımını verir. Çok uluslu Osmanlı İmparatorluğu yerine millî devlet olarak Türkiye Devleti kurulduktan sonra ‘Türkçülük’ yerine daha çok ‘milliyetçilik’ terimi kullanılmaya başlanmıştır.
Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk’ün Türk Milletinin üstün niteliklerini belirttiği 10. yıl nutkunun sonundaki ‘Ne mutlu Türküm diyene!’ sözü, Türk milliyetçiliğinin bir sonucu olan millî gururun en özlü ifadesidir. 1924 Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nda 1937’de yapılan değişiklikler arasında Türkiye Devletinin –o dönemde tek parti konumundaki CHP’nin altıokuna paralel– niteliklerinden biri, ‘milliyetçi’ sıfatıyla belirtilmiştir. 1961 Anayasası, Başlangıçta ‘Türk milliyetçiliği’ terimini kullanır; 1982 Anayasası, 2. maddesinde –Başlangıçta verdiği tanımla ‘Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik’ anlamında– ‘Atatürk milliyetçiliği’ ilkesini belirtir. Cumhuriyetin değişmez niteliklerinden biri olan bu ilkeye göre, Türkiye Devletinin vatandaşları olarak tek bayrak altında yaşayan bütün insanlar, aralarında Türk, Kürt, Lâz, Gürcü, Çerkez, Arap, Arnavut, Boşnak vb hiçbir etnik ayrım gözetilmeksizin eşit haklara sahip bireyler olarak Türk Milletini oluşturur. Bu ilke, –yine Başlangıçtaki bir ifade ile– ‘Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olan’ Türk Milletinin çağdaş uygarlık yolunda bilimin rehberliğinde ilerlemesi ve yücelmesi, hak ve menfaatlerinin korunması ve geliştirilmesi için çalışmayı gerektirir.
O nedenle Cumhurbaşkanının ayrılıkçı bir terör hareketi olan Kürtçülükle bugün Anayasa’da ‘Atatürk milliyetçiliği’ terimi ile ifade edilen ve birleştirici bir akım olan Türkçülüğü bir tutması ve hakkında aynı olumsuz ifadeyi kullanması isabetli olmamıştır. Türkçülükle Kürtçülük aynı kategoride değerlendirilemez”.
_________________________
- Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konuşması için bk. Hürriyet, 7.7.2017, s. 16 “Kılıçdaroğlu Tutturmuş Adalet”.
- Bu açıklama ile ilgili haber için bk. Hürriyet, 11.7.2017, s. 16 “‘Merve Kavakçı’ Yanıtı”.
- TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Yıl: 1, Cilt: 1, 1 inci Birleşim, 2.5.1999 Pazar, s. 11.
- 13.5.1999 tarih ve 99/12827 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı için bk. T. C. Resmî Gazete, 16.5.1999, S. 23697, s. 34.
- Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konuşması için bk. Cumhuriyet, 13.10.2017, s. 6 “ABD krizini Ecevit’e saldırarak savundu”; Milliyet, 13.10.2017, s. 17 “Ecevit fotoğraflı eleştiri”.
- Bu açıklama ile ilgili haberler için bk. Hürriyet, 14.10.2017, s. 19 “Hikmetyar’lı Yanıt”; Milliyet, 15.10.207, s. 19 “Rahşan Ecevit’ten Açıklama: Saygısızlığı Hak Etmeyecek İzler Bıraktı”.
(7) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konuşması için bk. Haber Turk, 14.10.2017, s. 1, 16 “Müftü nikâhı geçecek”.
(8) Bu açıklama ile ilgili haber için bk. Hürriyet, 19.10.2017, s. 18 “Cumhurbaşkanı Meclis’e Talimat Veremez”.
(9) Bu konuda ayrıntılı olarak bk. Hikmet Sami Türk, “Müftülere Evlendirme Memuru Yetkisi Verilmesi Anayasa’ya Aykırı Olur”, Bafra Haber, Ağustos 2017, S. 111, s. 1, 10.
(10) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konuşması için bk. Hürriyet, 19.10.2017, s. 1 “Sonuçları Ağır Olur”, 16 “Erdoğan’ın ‘Başkanlar istifa etmezse’ sorusuna yanıtı” (Hande Fırat).
(11) Bu açıklama ile ilgili haber için bk. Hürriyet, 21.10.2017, s. 16 “İstifaya zorlamak Anayasa’ya aykırı”.
(12) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konuşması için bk. Hürriyet, 19.10.2017, s. 16 “Kerkük türküsüyle geldi – Yollarımız ayrılır”.
(13) Bu değerlendirme ile ilgili haberler için bk. Milliyet, 23.10.2017, s. 17 “Kürtçülük ve Türkçülük aynı kategoride değil”; Hürriyet, 23.10.2017, s. 19 “Türkçülük birleştirici bir akım”.