GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BÜYÜKLERİMİZ...

SİNOP BENİM ALIN YAZIM OLDU. ÇOK ENTERASANDIR 57'nin BENDE ÇOK ÖNEMLİ BİR YERİ VAR, LİSEYİ 57 PLAKA NOLU ŞEHİRDE BİTİRDİM, 57 PLAKA NOLU ŞEHİRDE EŞİMLE TANIŞTIM VE EVLENDİM, ŞAPKA NUMARAM 57, 57. HÜKÜMETTE MİLLİ EĞİTİM BAKANI OLDUM VE EN ÖNEMLİSİ DE T.C. HÜKÜMETİNİN 57. MİLLİ EĞİTİM BAKANI OLARAK GÖREV YAPTIM. YANİ BU 57 LER BENDE BİR ELİN PARMAĞINDAN ÇOK.

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BÜYÜKLERİMİZ...
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BÜYÜKLERİMİZ... Admin

Bülent ARSLAN bulent.arslan@arskom.com.tr

Bu sayımızda Bafra'mızın gurur duyduğu, değerli insan Metin BOSTANCIOĞLU ile beraberiz. Kendisi ile Ankara Anadolu Kulübü’nde buluştuk ve hemen söyleşimize geçtik.

BA: Bize öncelikle kendinizi tanıtmanızı istiyorum Metin Abi, ne zaman ve nerede doğduğunuzdan başlayarak, üniversite yıllarına kadar. Ondan sonra siyasi hayatınız, Bafra'da faaliyetleriniz nelerdir? Bunları bizimle paylaşmanızı istiyorum.

MB: Bana Metin Abi diye hitap ettiğin için, kardeşim olarak bu söyleşiyi yapmaktan mutluluk duyduğumu bilmeni isterim. Tabi ben Bafralıyım. Büyük Camiliyim. Bafra'da doğdum. İlkokulu Bafra'da bitirdim. Bizim evimiz Büyük Cami Mahallesi. Büyük Cami Caddesi’nde idi. Bu cadde Bafra Polis Karakolunun köşesinden başlayıp Ağıllar’ a doğru gidilen caddedir. İsmini de Büyük Cami'den almıştır ve Gazipaşa Mahallesi ile komşudur. Arkadaşlarımın bir kısmı bize yakın olan Merkez ve Gazi Okullarına giderken ben ve bir kaç arkadaşımı Kızılırmak İlkokuluna kaydettiler.  Dolayısıyla ben yarı Büyük Camili ve yarı Gazi Paşalıyım. Bafra Orta Okulu da Gazipaşa Mahallesi’nde idi. Bu sebeple de çocukluğum yarı Büyük Cami, yarı Gazipaşa’da geçti. 

O zamanlar Bafra’da lise olmadığı için aileler çocuklarını maddi durumlarına göre başka şehirlerdeki okullara (liselere)  gönderirlerdi. Bilirsiniz hali vakti iyi olan aileler çocuklarını İstanbul'da Kabataş'a, Haydarpaşa’ya veya Galatasaray Liselerine gönderirlerdi. Bu tabi Bafra'mızın güzel bir uygulaması idi. Çünkü Bafralılar çocuklarına en iyi eğitimi aldırmayı hep istemişlerdir. Hali vakti yeterli olmayan aileler ise parasız yatılı mektep ararlardı. Ortaokulda bizim sınıfımızda çok zeki arkadaşlarımız vardı, parasız yatılı olarak çeşitli devlet okullarına gittiler. Bir kısım arkadaşlarımız da öğretmen okullarına gittiler. Bu okulları seçmelerinin sebebi  bir kısmının kendi istekleri bir kısmı da ailelerinin maddi güçlerinin yetersiz olması nedeniyle idi. Bu yatılı okullar başta askeri okullar olmak üzere Maliye, Orman, Tapu Kadastro ve öğretmen liseleri gibi okullar idi.

Devlet çalışkan ve zeki çocukları parasız yatılı okullarda okutuyordu.

Bu okullara gidenler çok çalışkan ve zeki arkadaşlarımız idi. Devlet zaten bu tip çocukları istiyordu. Bir de Bafra dışında geniş aile anlayışı ile destek alan öğrenciler vardı. Ben o destekle okudum. O günlerde annemle babam arasında şu konuşmaya şahit olmuşumdur. Annem, babama: “Oğlumuzu okutalım, Metin'i okutacağız.” diyordu. Babam da “Ne ile okutalım, benim maaşım belli. Bir ayda ne kadar para gidecek nasıl okutacağız bak, Hüseyin oğlunu öğretmen okuluna gönderiyormuş.” dedi.  Sahiden bizim mahalleden Mehmet Karakaş, Nural Hatipoğlu, Şükrü Köse. Gazipaşa’ dan  Pançuk  Mahmut ve daha çok arkadaşımız Beşikdüzü'ne gittiler, orada öğretmen oldular. Bu okullardan mezun olanlardan Mehmet Karakaş daha sonra bankacı oldu Banka Müdürü olarak emekli oldu, diğerleri öğretmen oldular. Başarılı öğretmenlerdi. Bu arkadaşlarımız çok zeki insanlardı.

Bir de çocuklarını okutmak istemeyen büyüklerimiz vardı !

Herkes okul derdinde iken bir de çocuğunu okutmak istemeyen büyüklerimiz vardı mahallemizde. Üstelik bana da oku diye öğüt veriyorlardı.

O zamanlar ben mahallemizde, arkadaşlarımın isteklerini aileleriyle görüşen, ailelerinin isteklerini arkadaşlarımla paylaşan, bir nevi arabulucu idim.

Şimdi anlatacağım bu hikâyeyi Kredi ve Yurtlar Kurumunun Bafra Meslek Yüksek Okulu Yurdunun açılışı töreninde anlatmış idim.

SEN OKUMAYA MECBURSUN, SEN GİT OKU, YEĞENİM

Kısaca şöyle: Babası Mehmet'i okutmak istemiyor. Gelsin dükkânda çalışsın istiyor. Mehmet geldi bir gün bana, “Yav Metin, şu bubamla bir konuşsana, beni okutmak istemi!.” dedi. Gittim, dükkânda müşteriler vardı, müşteriler gittikten ve hoş beşten sonra, “Dayı dedim; Mehmet okumak istiyor ama sen okutmuyormuşsun.” Bana kızmadı otur bakim dedi ve başladı konuşmaya. “Yegenim  Okuyupta N'olacak, bankaya memur mu olacak yoksa köye öğretmen mi olacak?” dedi. “Bak dedi ben yemenicilikten geldim, bu tikeni (Dükkân) kurduk. İşimiz de iyi Allah'a çok şükür. Onun için burası mektep. Burada yetişecek ve ben ona Samsun'da büyük dükkân alacağım.” dedi. Okul ve eğitim hakkında o gün bildiklerim kadar ne kadar söyledim, dil döktümse de kabul etmedi ve bana şunu söyledi,”Yegenim, onun okumaya ihtiyacı yok. Onun mektebi burası ama sen git yeğenim.” dedi. “Sen mecbursun, sen git oku yeğenim.” dedi. İşte bu kısmı doğruydu. Benim yapabileceğim başka bir şey yoktu, haklıydı da.

BA: Ben çok çay kahve taşıdım onların dükkânına. İlkokuldayım ve babam uncular arastasındaki ihtiyarlar kahvesini işletiyordu, o zamanlar.

Beni dayım okuttu.

O günlerde dayım Bafra'ya izne gelmişti, hava astsubayı idi. Metin'i ben okutacağım dedi ve beni aldı İzmir'e götürdü. Böylece liseye İzmir Atatürk Lisesinde başladım. Hem dayımın ve hem de evimin desteği ile lise 1 ve 2'yi İzmir’de okudum. Sonra dayım Hava Kuvvetlerinin açtığı imtihanları kazanarak önce George Town İngilizce kurslarına, daha sonra da Jet uçakları eğitimine katılmak üzere Amerika'ya gitti. Bunun üzerine ben Bafra'ya geri dönmek zorunda kaldım. Bafra'da hala lise yoktu, alternatif olarak en yakın Samsun ve Sinop vardı. Sinop Lisesine karar verdiler. Oraya gittiğimde çok iyi arkadaşlarım oldu. Eczacı Sami İçten, İş Bankasından Banka Müdürü olarak emekli olan Sezer Anar ve Atkın Kolbaşı, Avukat Sezai Önder arkadaşlarımız Sinop Lisesinde idiler. Ben de onlarla beraber liseyi orada bitirdim.

Niçin Sinop? 57 benim alın yazımmış herhalde.

 57’nin benim hayatımda çok önemli bir yeri vardır. 57 plakalı şehirde liseyi bitirdim. 57 plakalı şehirde eşimle tanıştım ve evlendim, Şapka numaram 57.  57. T.C. Hükümetinin Milli Eğitim Bakanı oldum ve en önemlisi de Cumhuriyetimizin 57. Milli Eğitim Bakanı’yım, daha ne olsun?

Liseden sonra imtihanlara girdik Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandım. Ankara Hukuk çok önemli bir fakülte. Hala da öyle. Üniversite ATATÜRK tarafından kurulmuş, Cumhuriyetin birinci üniversitesidir.

İstanbul Üniversitesi Darül Fünun ismi altında Osmanlı'dan kalan bir okul, oysaki Cumhuriyet'in ilk üniversitesi Ankara Üniversitesidir.

SENİN İÇİN ANKARA’DA YÜKSELMENİN SINIRI YOK.

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldum ve o yaz Sinop'a döndüm. Plajda Süleyman TÜRK' le karşılaştım. Prof. Dr. Hikmet Sami TÜRK' ün babası. Beni görünce “Nasılsın iyi misin Metin, n'apıyorsun bakalım?” sohbetinden sonra, okulu bitirmişsin, tebrikler dedikten sonra ne yapacaksın şimdi diye sordu. Bende Bafra'da stajımı tamamlayıp avukatlık yapmayı düşündüğümü söyledim. Bana “Sen Bafra'ya gelme.” dedi. Bakın bana yol gösteren ve önümü açan kişi Süleyman amcadır. Birden bire hiç beklemediğim bu cevap karşısında, neden amca? dedim, Bafra'da yapamaz mıyım? diye sordum. O da bana, “yapmaz olur musun, tabii ki yaparsın, herkesten iyi yaparsın belki dedi ve devam etti. “Sen Bafra'ya gelme. Bafra'da yükselmenin bir limiti vardır. İyi para kazanırsın, tepeye kadar çıkarsın, sonra aynı paralelde devam edersin, ne uzar, ne kısalırsın. Hâlbuki Ankara'da yükselmenin sınırı yok, hem zenginleşmenin ve hem de mesleğinde ilerlemenin sınırı yok. Ankara'da kalacaksın, ben Şevket'le de konuşurum orada staj yaparsın.” dedi. Benim hayatıma yön veren bir konuşmadır bu. Diğer bir deyişle bir yerde hayatımın dönüm noktasıdır.

EĞER BAŞARILI OLDUMSA BAŞARI VE GÜZELLİKLERİMİN TEMELİNDE ŞEVKET ÇİZMELİ VARDIR.

Ben de Ankara'ya karar verdim ve Avukat. Şevket ÇİZMELİ' nin, Şevket abimin yanında staja başladım. Beni yetiştiren adamdır. Bende ne kadar güzellik varsa onun eseridir

BA: Buna benzer başka bir hikâye daha var. Eğer okudunuzsa Ecz. Ahmet AHISKALI'nın hikâyesini yazarken. Ahmet Abi Siyasal Bilgiler okumak istiyor, fakat babası İsmail Amca, “Oğlum yok, bence Eczacılık oku diyor, bak Yeni Eczane para basıyor, Siyasal Bilgiler okuyacaksın da n'olacak?” diyor. O da bu vesile ile Eczacı oluyor.

BA: Abi o dönemde evli miydiniz?

MB: Evet. Ben üniversitede okurken evlendim. Ben mezuniyet diplomamı almaya kızımla beraber sahneye çıktım. O zaman fakültelerde diploma töreni düzenleniyordu. 1969' da mezun oldum ve diploma törenine törene kızım ve eşim beraber gittik. Benim isimim okunduğunda kızımı annesinin kucağına verdim (ki kızım daha iki buçuk yaşında), ben sahneye çıktığımda, baktım kızım da koşarak sahneye yanıma geldi ve benim diplomamı dönemin Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Uğur ALACAKAPTAN kızıma verdi. Kızımın şimdi Ankara Hukuk Fakültesinden aldığı iki Hukuk Diploması var.  Birincisi benim diplomam diğeri ise kendisinin hukuk diploması. Kendisi Hukuk Doktoru ve hali hazırda Atlım Üniversitesinde hoca.

BA: Sizde maşallah “Armut dibine düşermiş” atasözünü böylece doğrulamış oluyorsunuz. Nitekim benim oğullarımda da olduğu gibi. Birisi  Bilgisayar Mühendisi diğeri Elektronik Mühendisi. Onlarda şimdi yanımda çalışıyorlar. Abi şimdi üniversite hayatında hikâyelerin var mı, nerede kaldın, nasıl okudun?

Ben Ankara’ya bir tahta bavul ve 200 Lira ile gittim. İş bulduğum gün cebimde 2,5 Liram vardı.

MB: Ben Ankara'ya 200 TL ile geldim. Bir tahta bavul ve 200 TL. Doğrudan Samsun talebe yurduna yerleştim. Yurtta Onur Çakmaklı, Halit Özaydın, Kaya Ülgener , Atkın Kolbaşı, Ahmet Göbel ve daha çok sayıda Bafralı arkadaşlarımız vardı. Aylığı 45 lira idi, o zaman. 45 TL de okula kayıt parası verdim. Param bitmesin diye, sabah kahvaltı yok. Öğlen taze fasulye, pilav, ekmek, su. Akşam da kuru fasulye, pilav ekmek,su. Her bir yemek 2,5 TL olmak üzere toplamda günlük 5 TL yemek masrafım oluyordu. Dersler başladı. Daha ilk günlerde sağda solda iş arıyorum. Hava Kuvvetleri Komutanlığına gittim. O zaman HKK Org. İrfan TANSEL. Özel Kaleme kadar çıktım. Ben Hukuk Fakültesini kazandım ve Hava Kuvvetleri adına okumak istediğimi söylerken, komutanın kapısı açıldı, herhalde yüksek sesle derdimi anlatmış olmalıyım ki, Komutan, “ne bağırıyorsunuz?” diye sordu. Öyle sorunca, Özel Kalem ,“Efendim” dedi. “Bu delikanlı Hava Kuvvetleri adına okumak istiyormuş, mecburum diyor.” dedi. Komutan bana, “Gel bakayım içeri diyerek odasına aldı. Ben içerde tekrar ne istediğimi söyleyince. Durdu, düşündü ve bana dönerek, “Evladım bir hafta önce dışardan öğrenci almayalım, biz kendi içimizdeki çocuklardan Hukuk okumak isteyen subaylarımıza destek verelim diye emir yayınladım.” dedi. “Şimdi sana burs verip Hava Kuvvetleri adına seni okutamayız evladım.” diye ekledi. Ben kendisine ailemin ekonomik durumunu falan anlatınca. “Dur bakayım.” dedi. Telefonu kaldırdı ve “bana Nurettin'i bağlayın.” dedi. Telefon bağlandı, “Nurettin, sana çakmak gibi bir öğrenci gönderiyorum. Hukuk okuyacak, ona öyle bir iş ver ki okula da gidebilsin. Hatta onun şimdi yatacak yeri de yoktur, bir de yatacak yer verelim.” dedi ve telefonu kapattı. Sonra Özel Kalem’ine telefonla, “Bu delikanlıyı Nurettin'e gönderin” diye talimat verdi. Sonra emir subayı bana Devlet Hava Meydanlarının Kızılay'daki Genel Müdürlüğünü tarif etti. Oraya gittim, kapıda Nurettin Bey'le görüşeceğimi söylediğimde, bana Genel Müdür seni bekliyor dediler. Çıktım, O da Özlük İşleri Müdürü’nü çağırdı, talimatını verdi. Bana böylece Esenboğa Otoparkı’nda iş verdiler, aynı zamanda da Esenboğa’daki Havacılık Okulu Yatakhanesinde de yatacak bir yer gösterdiler. Bir yıl kadar burada çalıştıktan sonra arkadaşlarla Ankara’ da ev tuttuk.

BA: Peki Metin Abi Bafra'da bir siyasi faaliyette bulundunuz mu?

MB: Yok. Bafra'da siyasi faaliyetim olmadı, olamazdı da. Orta Okul bittiğinde 15 yaşımda idim. Daha sonra da yaşamım Bafra’nın dışında oldu. Önce İzmir sonra Sinop ve Ankara.  Ancak, biz ailecek CHP'li olduğumuz için, fakülteden mezuniyetimin ertesi günü CHP Ankara merkez ilçeye kaydımı yaptırdım. Tören yaptılar bize, bu arada İlçe Başkanı, “Senin bütün arkadaşların burada” dedi, “Sen niye böyle geç kayıt oldun?”.diye sordu.  Ben mezun olmayı bekledim efendim dedim. Haydi, hayırlısı dedi.

BA: Peki şimdi gelelim milletvekilliği, bakanlık?

Politikada belli bir yerlere gelmek doğru zamanda,  doğru yerde doğru kişilerle beraber olmakla gerçekleşiyor.

MB: Evet, milletvekilliği hiç aklımın köşesinden bile geçmiyordu. Ancak, 12 Eylül 1980'de biz Oran Sitesi’nde oturuyorduk. Sn. Bülent Ecevit’te aynı sitede ve hatta aynı apartmanda altlı üstlü oturuyorduk. (Allah rahmet eylesin. Güzel insan, dürüst insandı.) Ayrıca avukatlık büromuza da gelip gidiyordu. Kendisiyle daha önceden 1969 yılından beri tanışıyorduk. Turan hocayla görüşmeye geliyordu. Ben ayrıca merkez ilçede kayıtlı bir üye ve delege olarak kongreleri takip ediyordum yani böylece siyaseti de yakından takip ediyorum. O günlerde Prof. Turan GÜNES, Prof. Haluk ÜLMAN, Doç. Ahmet YÜCEKÖK gibi “Siyasal Cuntası” diye adlandırılan siyasallı hocalar vardı partide. Onlar da gelip giderlerdi. Şevket abi daha çok işiyle meşguldü, bense hep onlarla, siyasetle meşguldüm. Böylece siyasetin için de olduk. Birde halk partisinin, Sn. Bülent ECEVİT 'in başkanlığından sonra parti içinde bir kavga başladı. O kavga da Ecevit rahatsızdı. Ya bırakıp gidecekti veya bir şeyler olacaktı. Böyle bir süreç devam ederken 12 Eylül 1980 geldi. Siyasi partiler kapatıldı. Ecevit “Özgür İnsan” dergisi çıkarmaya başladı. Ben orada da çalıştım. Böylece Ecevit parti genel başkanlarına getirilen konuşma ve demeç verme yasağı nedeniyle CHP genel başkanlığından da istifa ederek sade bir vatandaş olmuştu. Bunun en önemli nedeni de “Ben artık özgür bir insanım, parti genel başkanı değilim, ben konuşurum ve bu dudaklar bende olduğu sürece de konuşmaya devam edeceğim.” diyordu. Bu arada parti kurma hazırlıkları başladı ve böylece ben de yeni kurulan Demokratik Sol Parti'nin (DSP)daha kuruluş da bir üyesi idim. Ecevit’in konuşmaları ve demeçlerini teksir edip bütün Anadolu’ya dağıtıyorduk. Ayrıca DSP'nin ilk Büyük Kongresinde (Kurultay)  divan başkanı olarak görev yaptım. Tabi Bülent Bey, yasaklı olduğundan Rahşan Hanım parti başkanı ve ben de Parti Meclisi (PM) üyesi oldum. Zaman içerisinde Sn. Bülent ECEVİT'in yasaklılığı kalktıktan sonra genel başkanlığı Rahşan Hanım’dan devralması için Olağanüstü bir kurultay daha yaptık ve ben orada da divan başkanlığı görevini üstlendim. 1991 Milletvekili Genel Seçimlerinde Ankara, Çankaya 1. Seçim bölgesinde listede 1. Sırada aday idim.

1995 Milletvekili Genel Seçimleri yaklaşırken, bir gün evden çıktım, büroya gidiyordum, Rahşan Hanım pencereden bana, “Metin Bey” diye seslendi ve  “Dosya hazırlamamışsınız.” dedi. Ne dosyası efendim dediğimde, “Milletvekili Aday dosyası” dedi. Efendim bilmiyordum dedim ve bana, “Sen dosyanı hazırla” dedi. Ben de başvuru dosyasını hazırladım ve partideki ilgili birime teslim ettim. Takip eden günlerden pazar günü, Gençlerbirliği'nin maçı vardı, arkadaşlarla maça gittik, maçtan sonra büroma gittim, amacım pazartesi doğrudan adliyeye gidebilmem için çantamı almam gerekiyordu. Bürodan eve telefon ettim ve eşim bana “Ecevit seni arıyor” dedi “partideymiş gelince beni arasın” dedi. Partiyi aradım, arkadaşlarda genel başkan seni arıyor hemen gel dediler. Bende öylece, spor kıyafetimle hemen partiye Sn. Ecevit'in yanına gittim. Ecevit, “Metin Bey dedi, sizi Sinop Milletvekili olarak birinci sıraya koyuyorum”. Benim Sinop hiç aklımdan geçmiyordu. Ancak, ben Sinop'ta  iki büyük  DSP mitingi düzenlemiştim. Oldukça da başarılı geçmişti. Ama efendim ben Sinoplu değilim, Bafralıyım dedim. Elini omzuma vurarak,  “Metin Bey, sen bekârken Bafralı idin, hadi git Sinop'a seçil ve gel.” dedi. Emredersiniz efendim dedim ve çıktım eve geldim, eşime söyledim, eşim şaşırdı, nereden çıktı Sinop? diye sorunca Ben ne bileyim, tombaladan çıkmadı herhalde dedim. Hâlbuki cevap, “doğru zamanda, doğru yerde doğru kişilerle beraber olmak.” idi.

Daha sonra Prof. Dr. Hikmet Sami Türk ve Avukat Yekta Açıkgöz’ü DSP’ye kazandırdım. Hikmet Sami Türk Bakan oldu. Yekta Açıkgöz ilçe başkanlığını kabul etmemişti ama (Bunu Ecevit’e söylemedim) o da Milletvekili oldu.

BA: Çok güzel, sizi değerlendirmesi, seçilmiş olmak çok güzel, çok önemli.

MB: Tabi. Bütün bunlardan önce Parti meclis üyesi olmak ve bunun üstüne iki kurultayda da divan başkanı olmak bana bu zemini hazırlamıştı. Burada hiç unutamadığım bir başka şey yaptım. Ali ÖZÇELİK, o dönemde Bafra İlçe Başkanımızdı. Onu Olağanüstü kurultayda Divan kuruluna divan kâtibi olarak seçilmesine, bizimle birlikte tecrübe kazanmasına vesile olmuştum. Çok sevdiğim ve değer verdiğim bir insandı Ali Özçelik Allah rahmet eylesin.

BA: Ondan sonra faaliyetleriniz devam etti, seçimlerde büyük bir oy farkı ile birinci parti olarak ipi göğüslediniz ve 57. hükümeti kurdunuz.

MB: Evet. DSP olarak birinci parti olduk. Ancak koalisyon hükümeti idi. 1995 seçimlerinde Sinop Milletvekili oldum ama daha önce söylediğim gibi ben daha önce 1991 seçimlerinde Çankaya'dan birinci sırada adaydım. Maalesef o seçimlerde Ankara barajını geçememiştik ve ben seçilememiştim. Tabi birden olmadı bu işler. Böyle bir tecrübe de yaşamışlığım var.

BA: Bakanlık aşaması nasıl oldu?

MB: Biliyorsunuz hükümeti başbakan yapar. Bu arada bizim Bafra eski savcısı ve eski CHP Sinop Milletvekili Özer Gürbüz Bey'in bir sözü var hiç unutmuyorum. “Ecevit seni yavaş yavaş yukarı çekiyor.” demişti. Meclise girdik, Parti Genel Merkezinde Parti Meclisi üyeliği ile birlikte, meclisteki görevlerim arasında Anayasa Komisyonu üyeliği, Tansu ÇİLLER' in TEDAŞ'la ilgili soruşturma Komisyonu Başkanlığı olmuştu. Soruşturma komisyonu önemli bir komisyon. Yarı siyasi yarı yargısal bir görevdir. Daha sonra Grup Başkan Vekili oldum. Grup Başkanı Partinin Genel Başkanıdır. Grup Başkan Vekili de Genel Başkanın vekilidir. İşte o zaman Özer Bey bana o sözü söylemişti. Tabi pat diye bakan olunmuyor. Önce seçimlere giriyorsun, kazanamıyorsun, sonra kazanıyorsun ve mecliste komisyonlarda çalışmaya başlıyorsun.

BA: Bakanlığınız döneminde, hatırlarsanız o günlerde ben size, Metin Abi, 1977 de Amerika'ya gittim. Amerika’da bir spor kampında futbol hocalığı yaptım. Niye biz hala okullarda normal jimnastik dersleri yapıyoruz da, neden bir spor dalında ders yapmıyoruz? Zira Amerika'da okullarda tenis ve yüzmenin mecburi spor olduğu ve bu tür yaz kamplarında başta bu sporlar olmak üzere derecelendirmeler yapıldığını gördüm. Bizde neden yapılamıyor dediğimde, cevabınız: “Bülent ‘cim bizde 48.000 okul var, hepsi farklı yörelerde ve farklı imkânlara sahip, nasıl başlatabiliriz?” demiştiniz. Evet, şimdi bundan sonrası:

MB: Şimdi sadece spor değil, diğer konularda da tablo aynı. Bir gün yurt dışı seyahatimde Macaristan MEB ile görüşürken, öğrenci sayımızı sordu. O tarihte bizde ilköğretimde 9 milyon öğrencimiz vardı. Macaristan Eğitim Bakanı dedi ki: “Bizim nüfusumuz 7,5 milyon”. Biz bunu “0” dan başlayarak, ATATÜRK' ün önderliğinde, okuma yazma seferberliği ile halk mekteplerinde eğitime başladık. Dışardan tabi çok kolay görünüyor, ancak hiç de öyle değil. Bizde maalesef spor, müzik ders sayılmıyordu. Sanat, kültür ders değildi. Bir keresinde başkanıma bir öneri getirdiğimde, aldığım cevap: “Hükümet ortaklarına kabul ettirebilecek misin?” oldu. Hükümet olarak ekonomik sıkıntıların var ve koalisyon hükümeti olarak ortaklarınla aynı düşünmüyorsun. Bu nedenle spor için gerekli olan: 1. Zihniyet, sırf zihniyette yetmez, 2. Tesis; Kapalı spor salonun yok, yüzme havuzun yok, araç gerecin yok... O nedenle bizim dönemimizde gelişmedi, daha sonra bir takım tesisler yapılmaya başladı. Hatta öyle bir fikir gelişti ki, oda hangi bölgede hangi spor dalında başarılı ise oraya o tesisi yapalım fikri gelişti. Örneğin Ağrı'dan atlet çıkıyor, Yozgat'tan güreşçi, İzmir'den basketçi çıkıyor, vb. Sonra, yüzme; üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde kıyı şehirlerimizde oturan insanlarımız bile yüzme bilmiyor. Yüzme havuzları yok. İşte senin o gün ki taleplerini karşılamak böyle bir bütçeyi yaratmamız mümkün değildi. Bana göre bu gün satrancı okullara seçmeli ders olarak konulması taraftarıyım. Hatta ve hatta Briç oyununu seçmeli ders olarak koymalıyız. Bu ikisi de spor kulübü olarak kabul ediliyor. Bunlar kafa sporu, beyin sporu olarak geliştirilebilir. “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.” mottosuna en uygun söylemdir.

Her alanda gerilememizin başlangıcı 14 Mayıs 1950’dir. Bugün siyaset Arap kültürü ve parasının arkasına takılmış gidiyor.

Demokrasi, bir eğitim işidir.

BA: Son soru. O günkü sizin yaşadığınız dönemdeki siyasetle, bu günkü arasında fark var mı ve devamında da siyasete girmek isteyenlere ne tavsiye edersiniz?

MB: Bu gün aracımı park edip buraya gelirken caddede etrafıma şöyle bir baktım. Takım elbiseli, kravatlı insanlar aradım. 1,2,3 ancak bu kadar görebildim. Oradan tanıdığım bir kişi geçiyordu, durdurdum, o'da takım elbiseli idi. Dedim seni görünce sevindim. N'oldu? Dedi. Takım elbiseli, kravatlı güzel giyinmiş, tıraş olmuş insanlar aradım yok dedim. Cevabı çok netti. 1930'larda kaldı o dedi. O tarihlerde İstanbul'da vardı, bazı şehirlerde de vardı, Bafra'da vardı. Yani sadece belli merkezlerde vardı. O tekrar 1930'larda kaldı deyince, yok dedim aslında 14 Mayıs 1950 yılıdır, kırılma noktası. DP'nin iktidara gelmesiyle başladı. Köy enstitülerinin kapanması ile çağdaşlaşma bitti. 19 Mayıs 1919 Kurtuluş Savaşı’nın başlamasıyla ülkede çağdaşlaşmanın da başlaması demekti.  Atatürk bunu gördü. Çağdaşlaşmaya önem verdi, biliyordu ki çağdaşlaşmayan bir toplum kalkınamaz. Başka ne söyleyebilirim bu günün siyaseti hakkında her şey açıkça ortada.

Bugün siyaset Arap kültürü ve parasının arkasına takılmış gidiyor.

 

MÖ’de doğan ve ölen Eflatun'un binlerce sene önce tarifini verdiği demokrasi ilkesi ülkemiz için bu gün de geçerlidir.

 

''Demokrasinin esas prensibi, halkın egemenliğidir.

 

Ama milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır.

 

Eğer bu sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye geçebilir. Halk övülmeyi sever. Onun için, güzel sözlü demagoglar, kötü de olsalar, başa geçebilirler. Oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği zannedilir. 

 

Demokrasi, bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur. Devam edilirse demagoglar türer. Demagoglardan da diktatörler çıkar.''

Bir sonraki sayımızda “Geçmişten Günümüze Büyüklerimiz” köşemizde (E) Adalet Bakanımız Prof. Dr. Hikmet Sami TÜRK büyüğümüzle beraber olacağız.
 

Hoşça kalın, sağlıcakla kalın...

Bülent ARSLAN

Metin BOSTANCIOĞLU,1942 yılında Bafra'da doğdu. Orta öğretimini İzmir Atatürk ve Sinop Lisesinde tamamladı. Daha sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Bir süre serbest avukat olarak çalıştı. Bunun yanında Hacettepe ve Gazi Üniversitelerinde de öğretim üyeliği yaptı. Siyasette, Demokratik Sol Parti'den (DSP) 20.ve 21. Dönem Sinop Milletvekili seçildi. Ayrıca Anayasa Komisyonu üyeliği, TBMM partiler arası uyum komisyonu üyeliği görevlerinde bulundu. 56 ve 57.Hükümetlerde de Milli Eğitim Bakanlığı yaptı.